safgsag
SEYYİD VELAYETİ TÜRBESİ
Seyyid Velayeti Türbesi, Aşık Paşa Camii’nin kuzeyinde, Şair Baki Sokağı üzerinde yer almaktadır. Hicri 929 (1522-1523) tarihinde vefat eden Seyyid Velayet’in vakfiyesindeki eviyle ilgili, “kendü fevt olduklarından sonra kendülere türbe ola” ifadesine bağlı olarak, çeşitli kaynaklarda, ölümünün ardından evine gömüldüğü ve türbesinin kabri üstüne sonradan inşa edildiği ifade edilmektedir. Kare planlı (18X18 m) ve kubbeli olan Seyyid Velayeti Türbesi, malzeme ve mimari ayrıntısı bakımından Aşıkpaşa Türbesi ile aynı özellikleri taşımaktadır. Basık kemerli bir kapıdan türbenin doğusundaki avluya, buradan da aynı tür bir kapıyla türbeye girilmektedir. Beyaz mermerden sövelerle çerçevelenmiş olan avlu kapısının üzerinde, yan yana iki kartuş içinde, istifli sülüsle yazılmış “reseme Ali el-maruf bi-Kanizade” imzalı, Seyyid Velayeti’nin ayrıcalıklı kişiliğini vurgulayan Arapça bir kitabe bulunmaktadır.
Aşık Paşa Camii yanındaki tekkesi içinde inşa edilen türbesi, Klasik Osmanlı tarzında inşa edilmiş olmakla birlikte, ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmemektedir. Köfeki taşından, kare plan üzerine kubbe ile örtülü olarak yapılan türbenin duvarları alt ve üst pencere dizileri ile açılmıştır. İçte ve dışta oldukça sade tutulan türbede, Seyyid-i Velayeti’nin yanısıra, eşi, oğlu ve halefi Derviş Muhammed Efendi, Seyyid Ali Çelebi ile birlikte, tekkenin şeyhlerinden Şeyh Said Efendi dahil olmak üzere toplam 11 kişi medfundur.
AŞIK PAŞAZADE (1393-1481)
14. yüzyılın ünlü mutasavvıf şairlerinden Aşık Paşa’nın soyundan geldiği için “Aşıkpaşazade” diye tanınan bu tarihçinin adı Derviş Ahmet Aşıki’dir.
Hayatı pek az bilinmiyor. 1393 yılında Amasya’ya bağlı Ulvan Çelebi köyünde doğup 88 yıllık uzun bir ömür sürdüğü anlaşılmaktadır.
Çelebi Sultan Mehmet, II.Murad ve Fatih Sultan Mehmet zamanlarında yaşayan Aşık Paşazade, II Murad ve Fatih’in ordularında, Anadolu ve Rumeli’nin fethini sağlayan bir çok seferlere, akınlara, savaşlara katılmış; İstanbul’un fethinde de bulunmuştur. Bir süre hacca gitmiş, Mısır’da Tarikat hayatına karışmış,akınlarda ve Belgrat seferinde kılıç kılıca vuruşmuştur. Tevarih-i Ali Osman’ını 83 yaşından sonra İstanbul’da yalnız hayata çekildiği sırada kaleme almıştır.
Büyük padişah, şehzade ve beylerbeyilere yakın bulunduğu halde, fazla servete bulaşmayan bir derviş hayatı sürmeyi tercih etmiştir.Anadolu, İstanbul ve Rumeli’nin Türkler tarafından fethi günlerindeki ülkücü ve saf güzelliği hem şahsında, hem eserinde yansıtmıştır.
Derviş Ahmet, Şüleyman Şah’tan başlayarak kendi ömrünün, (yani aşağı yukarı Fatih Sultan Mehmet Han devrinin) sonuna kadar Osman Oğulları tarihini destani ve efsaneli bir tarzda yazmıştır. Kendinden önceki vak’aları bazı adsız (anonim) tarih kitaplardan çıkararak ya da gören kimselerden dinleyerek kaleme aldığı anlaşılmaktadır. Yaşadığı II. Murad ve FatihSultan Mehmet Han devirleri olaylarının çoğunu ise gözleriyle görüp anlatmıştır.
Kendi bir derviş olan Aşık Paşazade, sevdiği tasavvuf ülküsüne uygun olarak ilk Osmanlı padişahlarını birer “Derviş-gazi” olarak gösterir. Anadolu ve Rumeli fethinde ve genç imparatorluğun kuruluşunda gazi, ahi, abdal ve bacı diye anılan mutasavvıf uluların büyük hizmetini ve iman gücünü heyecanla belirtir.
Tarihine Menakıb (Lejantlar) adını veren Derviş Ahmet Aşıki’nin amacı, serhatlardaki askerin ve yetişen yiğitlerin hem tarih, hem destan ihtiyacını karşılayarak onların manevi gücünü ve savaş iştihasını artırmaktır.
Bu maksada uygun olarak, tarihini sanat ve süs iddiasından uzak, çok sade bir nesir diliyle yazmıştır. Dili o kadar sadedir ki, uzun Osmanlı çağında bu eser önemsiz sayılmış ve ancak günümüzde önemsenmiştir.
Aşıkpaşazade tarihinin baş özelliği, yalın bir konuşma Türkçesiyle ve açık, saf milli-dini heyecanla, çekici masalımsı olaylar karışığıyla yazılmış bulunmasıdır. Derviş Ahmet kendi çağına ait bir çok canlı deyimleri, cümle kuruluşlarını ve söz dizimlerini bize kadar yaşatmıştır.